Cumhuriyet döneminde milli bir savunma sanayiinin tesisi hedefine yönelik gerçekleştirilen girişimlere rağmen, İkinci Dünya Savaşı ve Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde ABD tarafından sağlanan yardımlar ile bir yandan Türk ordusunu modern silahlarla donatarak Türkiye’nin savunma gücünü artırılması diğer yandan ise askeri harcamaların ekonomi üzerinde yarattığı olumsuz etkinin azaltılması amaçlanmıştır.Sonuç olarak sağlanan yardımlar, Sovyet tehdidi karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) nin caydırıcı gücünün artırılmasına önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Ancak ABD’den gönderilen malzemelere bir bedel ödenmemesine rağmen bu malzemelerin bakımı için her yıl bütçeden ayrılan 400 milyon TL’lik kaynak, savunma harcamalarının ekonomi üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi artırdı.
Bu dönemde savunma sanayi alanında dış yardım ve dış alım politikası uygulanmıştır. 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla başlayan süreçte ihtiyaç fazlası savunma teçhizatının müttefik ülkelerce hibe edilmesi, savunma ürünlerinin yurt içinde üretimini engellemiş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, giderek artan dış yardımların da etkisiyle savunma sanayiinin geliştirilmesi için sarf edilen çabalar yavaşladı. TSK’nın yurt içi siparişlerinin azalmasına bağlı olarak askeri fabrikalar verimliliklerini yitirerek milli bütçe üzerinde yük oluşturmuştur. Tüm bu sebeplerle askeri fabrikalar, 1950 yılında kamu iktisadi devlet teşekkülü şeklinde kurulan Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK) Genel Müdürlüğü bünyesine alınmıştır. Örneğin, THK-5A hafif nakliye uçağı üretimi gerçekleştirerek, söz konusu uçağın ambülans versiyonunu Danimarka’ya ihraç eden Türk Hava Kurumu (THK) uçak fabrikası MKEK’ye devredilmiş, ancak söz konusu fabrika daha sonra tekstil fabrikasına dönüştürüldü.
ABD tarafından sağlanan askeri yardımların savunma sanayiinin gelişimi ve ekonomi üzerinde yaratmış olduğu bu olumsuzlukların yanı sıra Truman Doktrini kapsamında ABD ile imzalanan anlaşmada yer alan askeri yardım kapsamında sağlanan malzemelerin amaçlarının dışında kullanılamayacağı yönündeki hüküm 17 yıl sonra Kıbrıs bunalımında Türkiye karşısına büyük bir engel olarak çıktı.
1955 yılında Kıbrıs’ta terör örgütü EOKA’nın Türklere yönelik saldırıları 1963 Kanlı Noel’iyle tahammül sınırlarını aştığında Türkiye için müdahaleden başka seçenek kalmamıştı. Bu vahşete sessiz kalmak, Kıbrıs Türklerini Rum vahşeti altında yalnız bırakmak Türkiye için giderek taşınması ağır bir azap haline geliyordu. 1963’te Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, savaş uçaklarını Kıbrıs’a gönderdi. Adı tarihe geçen ve bu yıl şehadetinin 60.yılı olan Pilot Cengiz Topel, bu harekât sırasında şehit düştü. Türk askeri, Kıbrıs’a çıkartılacak, adada yaşayan mazlum Türk halkı vahşi çetelerden korunacaktı. Ancak ABD’den gelen bir mektup Türkiye’nin Kıbrıs’a gitmek için NATO silahlarını kullanamayacağını söylüyor ve açıkça tehdit ediyordu. Demirel bu noktada acı bir gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Türk donanmasının çıkarma gemisi yoktu. İlk işi, çıkarma gemisi yapımı için demir ve çelik fabrikaları ile Gölcük Tersanesi’ne emir vermek oldu. Kıbrıs Türkleri, kurtarılmak için bu gemilerin üretiminin tamamlanmasını beklemek zorunda kaldı. Bu da neredeyse 10 yıl aldı. Donanmadaki yerli unsur oranı 1963’te yüzde 11, 1967’de yüzde 46 ve Kıbrıs Barış Harekatının başladığı 1974’de yüzde 66 oldu.
Yerli Tank, Uçak, Füze Ve Denizaltı
1967-1974 yılları arasında Türkiye, savunma sanayii alanında yerli üretimi teşvik etti ve bu alanda önemli adımlar attı. Yerli tank, uçak, füze ve denizaltı gibi projeler, Türkiye’nin savunma sanayii alanında bağımsızlığını artırmayı hedefledi. Bu dönemde atılan temeller, sonraki yıllarda Türkiye’nin savunma sanayii alanında daha da ilerlemesine katkı sağladı. 1967 yılında Türkiye, yerli tank üretimi için MKEK tarafından M48 tankının lisanslı üretimine başladı. Bu proje, Türkiye’nin tank üretim kabiliyetini artırmış ve yerli tank üretimine yönelik bir adım oldu. Aynı dönemde Türkiye, yerli uçak üretimi için de çalışmalara başladı. 1969 yılında Türk Hava Kurumu tarafından yerli bir eğitim uçağı olan Hürkuş’un tasarımı başlatıldı. 1970’li yıllarda Türkiye, yerli füze sistemleri üretimi için de çalışmalara başladı. 1973 yılında Roketsan kuruldu ve Türkiye’nin füze ve roket sistemleri üretiminde lider bir şirket haline geldi. Roketsan, bu dönemde T-122 Sakarya roketatarı ve TR-107 çok namlulu roketatar sistemini geliştirdi. 1971 yılında Türkiye Denizcilik İşletmeleri tarafından yerli bir denizaltı olan Preveze’nin tasarımı başlatıldı.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ABD’de Türkiye aleyhinde kampanyalar yürütüldü. Türkiye, NATO üyesi olmasına rağmen; aynı İttifak çatısı altındaki müttefiki ABD’nin silah ambargosuna uğradı. Bu yüzden ihtiyaç duyduğu mermi ve yedek parçaları dahi Libya’dan tedarik etmek mecburiyetinde kaldı. Silah ambargosu, Türkiye’nin milli savunma endüstrisini geliştirmesi bakımından kritik bir rol oynamış olsa da o dönemdeki yansımaları ve sonuçları ağır oldu. Ancak tüm bunlar Türkiye’yi kendine yeten bir ülke yolunda ilerlemesine de sebep oldu. Silah üretiminde kendi kendine yeterlilik anlayışı kazanıldı.
1974 Kıbrıs bunalımı sırasında, müttefik ülkelerden alınan savunma teçhizatının Türkiye’nin ulusal çıkarları doğrultusunda kullanılması ihtiyacı doğmuş; ancak başta ABD olmak üzere, bazı müttefik ülkelerce çıkarılan engeller sebebiyle savunma ihtiyaçlarının karşılanmasında diğer ülkelere mutlak bağımlı hale gelinmesinin sakıncaları kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gözler önüne serilmiştir. Bu durum, Türkiye’de modern bir savunma sanayii altyapısının oluşturulmasına yönelik politikaların temelini teşkil etti. Federal Almanya’dan alınan lisanslar ile MKEK’de gerçekleştirilen G-3 ve MG-3 tüfek üretimi izlenen bu politikanın somut örnekleridir.Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında uygulanan ambargoya gösterilen ulusal tepki sonucu Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Güçlendirme Vakıfları kuruldu.Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakıfları tarafından yürütülen çalışmalar ile bazı temel sahalarda; ASELSAN, HAVELSAN, ASPİLSAN gibi devlet sermayesine dayalı yatırımlar gerçekleştirildi.
Truman Doktrini
II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru SSCB, yayılmacı bir politika izleyeceğinin ilk sinyallerini vermiştir. Bunu,Türkiye ile 1921’de tespit edilen sınırda kendi lehine değişiklikler yapılması talebi ve Boğazlar konusunu gündeme getirerek ortaya koymuştur. II. Dünya Savaşı sona erdiğinde Avrupa’da güç dengesi değişmiştir. Güç merkezi olarak geriye iki büyük devlet, yani SSCB ile ABD kalmıştır. Bu durumu fırsata çevirmek isteyen SSCB, yayılmacı politikalarına hız vermiştir. Belirtilen tehdide en fazla maruz kalan ülkeler, Yunanistan ve Türkiye olmuştur. SSCB’nin yayılmacı politikaları, ABD’yi rahatsız etmiştir. Çünkü bu durum, ABD ile Avrupa’nın çıkarlarına aykırı düşmüştür.Buna engel olmak için Başkan Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’ye hitaben bir konuşma yapmıştır. Tarihe, “Truman Doktrini” diye geçen konuşmada, Yunanistan ile Türkiye’ye 400 milyon dolarlık bir askerî yardım yapılması için Kongre’den yetki istemiş ve bu talep kabul edilmiştir. Buna ek olarak, ABD bu iki ülkeye elinde bulundurduğu silahlardan hibede bulunmuştur.
Marshall Planı
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’yı siyasi ve iktisadi olarak yeniden yapılandırmak amacıyla ABD tarafından hazırlanan ekonomik yardım programıdır. Resmi adı “Avrupa Kalkınma Programı” (European Recovery Program) olmakla birlikte ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’a atfen tüm dünyada “Marshall Planı” adıyla bilinmektedir. Plan, Avrupa ülkelerinin kendi aralarında bir ekonomik işbirliğine girişerek birbirlerinin eksiklerini tamamlamalarına, işbirliğinin yetersiz geldiği durumlarda ise ABD’nin yardım etmesine dayanmaktadır, temelde Avrupa’yı ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilir hale getirmek için düşünülmüştür. ABD yardım politikalarının askeri alandaki temsilcisi Truman Doktrini iken Marshall yardımı bunun iktisadi alandaki destekçisi ve tamamlayıcısı olarak görülmüştür.Amerika’nın yardım paketinden Türkiye,İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç yararlandı.